GÜRAY SÜNGÜ ile RÖPORTAJ
- İhtilâl Dergi
- 3 May
- 4 dakikada okunur

Röportör: Yazarın doğduğu, büyüdüğü, içinde bulunduğu çevre yazın hayatını ve yazarın dünyasını ne ölçüde etkiler? Siz eserlerinize ne ölçüde yansıtıyorsunuz?
Güray Süngü: Yazarın doğduğu, büyüdüğü, içinde bulunduğu çevre yazı hayatını ve yazarın dünyasını etkiler demek az olur, o dünyayı inşa eder, edebi yolculuğunda da çok belirleyicidir. O dünyayı eserlere yansıtmak ise çetrefilli bir konu. İnsan tabiatı ile şahsiyeti ile düşünür, taşınır, kurar ve inşa eder. bunlar birbirinden çok ayrılabilir şeyler değil. Anlatılacak konular seçmeye tabidir elbette ama o konuyu görme biçiminiz, ele alma biçiminiz, düşünme biçiminize göredir. Şahsiyetinize göredir yani.
Röportör: Deli Gömleği kitabınızda bulunan, ”Kaçacak Yer Yok” isimli öykünüz benim kelimelerin azlığı, tesirin çokluğu üzerine daha çok düşünmeme vesile oldu. Öykünün içinde karakter ile aynı ruh durumuna yakınlaşan okur, “Karımı öldürüp bahçeye gömdüm.” cümlesiyle soğukkanlı bir ölüme tanıklık eder. Tek bir cümleyle belki de üzerine sayfalarca yazılabilecek bir kaçışın etkisi derinden hissedilir. Bu ve buna benzer durumların üslup oluşturma ve kendi yazın benliğini bulma konusuyla bir ilgisi var mıdır?
Güray Süngü: İnsan bir şeyi en kendime özgü nasıl ifade ederim diye düşünür mü? Bence düşünmez. İfade eder ve o ifade kendine özgüdür zaten. Bu, kendine özgü olan hal, alelade değilse, ortaya çıkan şeye iyi deriz. Tabii sanattan edebiyattan bahsediyorum burada. Dili kendinizi oluşturmak için kurmaya çalışırken, oluşmuş olan kendiniz tarafından kullanılan dildir aracınız. Birbirini besleyen bu süreçler neticesinde oluşan biçim, biz ona burada üslup diyelim, belirleyici olandır.
Röportör: Biçim ve öz dengesini nasıl sağlayabiliriz?
Güray Süngü: Deha bu tür soruları aşma hali zaten. Bu, sezgiyle, tecrübeyle ama daha çok sezgiyle düşünme hali. İyi ki bir formülü yok ayrıca.
Röportör: Güray Süngü yazmasa ne olurdu/ ne olmazdı?

Güray Süngü: Bilemiyorum, gençken bu sorunun cevabı korkunçtu bende; çok mutsuz olurdum filan diye düşünürdüm, yaşayamazdım derdim. Ama artık genç değilim. Kanım daha soğuk. Bir şey olmazdı. Mutsuz huzursuz yaşardım gibi geliyor. Ölmezdim yani. Bir de şöyle bir şeyden bahsetmek lazım, var ya da yok ama bir yetenek sahibi olduğunuzu düşünüyorsanız, o yeteneği kullanmak bir sorumluluk halini alıyor, yazabiliyorsanız, yazmazsanız mutsuz olursunuz, bu çok tabii, koşabiliyorsanız koşmazsanız mutsuz olursunuz, aynı şey.
Röportör: Yazdığınız eserlerle Necip Fazıl Hikâye Ödülü, Oğuz Atay Roman ödülü gibi pek çok ödül aldınız. Bu ödüllerin edebi yaşamınız üzerindeki etkileri neler oldu? Bir yazar için ne ifade ediyor?
Güray Süngü: Görünürlük sağlıyor, tanınmaya yardımcı oluyor. Haricen manevi tatmin boyutu çok daha büyük. Baktığını gören gözlere kurbanlar keseyim diyor Zarifoğlu, size bakmış ve görmüş ve takdir etmişler, bu çok özel bir his.
Röportör: Öykülerinizde yer alan kahramanların bunalım, ölüm, topluma/kendine yabancılaşma vb. duyguların tesiri altında kalması ve mekan seçimlerinin buna bağlı bir eksende karanlık, daha karamsar seçilmesinin karakterin ruh durumuyla ilişkilendirilerek yapılmış bilinçli bir durum olduğunuz söyleyebilir misiniz? Yoksa tamamen öykünün akışında tercih edilmiş bir unsur mudur?
Güray Süngü: Sorunuzdaki iki seçenek de aynı aslında. Yani bilinçli bir tercih de akışta yapılıyor zaten.
Röportör: Anlatma ihtiyacı yazdıkça azalan/ artan bir durum mudur?
Güray Süngü: Anlatma ihtiyacı, anlatılacak şeylere doğrudan bağlı ise muhtemelen anlattıkça bitmelidir ama anlatılacak şeylere bağlı olduğunun düşünüldüğü durumlarda bile bitmediğine göre anlatılacak şeylere bağlı değildir ve anlattıkça azalmaz demek mümkün. Artar mı peki? İşin içinde artmak girdiğinde azalma çoğalma olarak meseleye bakıldığında meseleyi ele alışta yanlışa düştüğümüz ortaya çıkıyor. Yazdıkça yazma arzusu tükenmez diyelim ve şöyle ekleyelim o halde; yazdıkça aldığımız tatmin bizi ona bağımlı kılar. Bu da yazmaya devam etmeye iter bizi. Bunlar tek bir bakış açısıyla durumun modellemesi gibi oldu tabii. Yazmak böyle genellemelerle ifade edilemez aslında.

Röportör: Kitap isimleri konusunda farklı ve özgün seçimlerde bulunduğunuzu görüyoruz. Tabii ki bu konunun okur üzerindeki etkisi yadsınamaz. Siz eserlerinize isim seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Özellikle öykü kitaplarında seçilen bir öykünün kitaba ismini vermesi sizce diğer öyküleri gölgede bırakan bir durum mudur?
Güray Süngü: İsim seçmiyorum, yazmaya başlarken kafamda belirlenmiş oluyor. Nadiren bittikten sonra isim aradığım oldu. Eseri yansıtsın, ya da eseri işaret etsin istiyor insan. Güzel, etkileyici olsun istiyor ama bunların hepsi aynı anda olmuyor. Pek kolay değil isim seçimi ama ben çok keyfi davranıyorum bir romanıma ya da hikayeme isim seçerken. Adı bu diyorum ve oluyor. Bir kitaba ad veren öykü diğer öykülerden tematik veya biçimsel olarak öne çıkıyor olabilir, o yüzden seçilmiş olabilir. Öykü öne çıkmıyordur da isim güzeldir, bu yüzden seçilmiş olabilir. Ama hangi durum geçerli olursa olsun, diğer öyküleri gölgede bırakmak filan türü laflar edebiyatın ne olduğuyla çok alakalı değil. Amaçla yazarın muradıyla pek örtüşmüyor zannımca.
Röportör: Yazılan eserlerin ağırlığı/ sorumluluğu ne denli peşimizdedir?
Güray Süngü: Çok. Bu sizden ayrılabilir bir şey değil.
Röportör: ”Dokunabildiğim” isimli öykünüzde karakterin çocukluğundan itibaren eşyalara karşı bağlılık duyan bir karakterle karşı karşıya geliyoruz. Sizce bu günümüz insanının bir portresi olabilir mi?
Güray Süngü: Buna siz karar verin. Öyle olduğunu düşünüyorsanız öyledir. Bence öyle. Ama sanat eserlerinin söyledikleri bir cümle ile ifade edilebilir de olsa biraz daha fazlasıdır aslında.
Röportör: Metin inşasında dikkat etmemiz gereken dinamikler nelerdir?
Güray Süngü: Bu çok genel bir soru. Böyle sorulursa cevaplamak mümkün olmaz. En çok neye dikkat etmeli derseniz de mesela şöyle derim; bu en çok şu en çok bu ile alakalı bir şey değil, bu yani edebiyat, sanat öyle bir şey değil.
Röportör: ”Canı yanınca, yarı ölümdür ya, uykuya kaçar insan.” diyorsunuz bir öykünüzde. Günümüz insanının yalnızca yaşamdan değil, kendinden de bir kaçışına değinmiş oluyorsunuz aslında. Sizce dünyadan izole olmak mümkün müdür? Devamlı bir kaçış söz konusu olabilir mi?

Güray Süngü: Mümkün tabii neden mümkün olmasın. İnsan sürekli olarak kaçabilir. Bir şeyi tercih başka bir şeyi tercih etmemek anlamı da taşıyor malum. Böyle bir insan olarak öyle bir insan olmaktan kaçmış olabilirsiniz. Bu kaçış bir ömür sürebilir. Sonra uzatma dakikalarında insan keşke demeye başlayabilir.
Röportör: Yüzyıllar boyunca aşk, acı, ölüm, intihar gibi belli duygular ve olaylar yaşıyor olmamıza rağmen; bunların yazarların süzgecinden geçerek bambaşka tasvir ediliyor oluşunu nasıl yorumluyorsunuz? Edebiyat duygularımıza netlik kazandıran veya bambaşka pencerelerden bakmamıza olanak sağlayan bir unsur mudur, bu husustaki rolü tam olarak nedir?
Güray Süngü: Dünya bir penceredir, her gelen bakıp geçer ya, o hesap. Bakar ve gördüğü hep aynıdır ama bunu kendine göre yeniden anlatır. Anlatılan da bir pencere açarsa, birileri ona bakar ve bir şey görürse eser bir nevi amacına ulaşmış olur.
22.Sayı | BÜLENT PARLAK
Yorumlar