TÜRK ŞİİRİNİN NAİF MAVİSİ: EDİP CANSEVER
- Minel Sude Öztürk
- 14 Oca 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Oca 2023

1928 yılında Beyazıt’ta ahşap bir evde doğdu Edip. Kendi ifadesiyle ” İçine dönük, tedirgin, çekingen yaratığın biri; sigara içer arada kitap okur, şiir dendi mi yerinde durmaz”. İsminin altındadır kimliği naif adamdır, bir çatı katında konuşturur çaresiz dizelerini. Her şeyden önce maviliktir Edip. Uzun şiirler kısa soluklardır biraz da. Sade ve minimal bir yaşamı tercih etmiştir şair. Hepimiz onu İkinci Yeni’yle tanısak da Cumhuriyet Dönemi şiirinin en çeşitli ve verimli ismidir o. Çok yazar hep arar ve az bulur. Daha doğrusu buldukları ona hiçbir zaman yetmez. İkinci Yeni’nin diğer üyeleri gibi siyasal mezunu değildir o. Tam bir İstanbul beyefendisidir ve şairliğine yaraşan bir mesleğe mensuptur: antikacılık. Onun şiiri hep eleştirilere maruz kalmıştır. Kimi zaman alkışlanmış ve çoğu zaman düşündürmüştür. İlk şiirini daha ortaokul yıllarında bir gurbet şiiri olarak annesine yazmıştır.
Dergilerle ilk tanışması ise gençlerin çıkardığı Servetifünun-Uyanış dergisiyle olmuştur. Ve daha sonraları ilk şiirini biz okuyucularına İstanbul dergisi aracılığıyla ulaştırmıştır Cansever. Aynı yıllarda 17-18 yaşlarında iken şiirlerini Ahmet Hamdi Tanpınar’a gösterir ve beklemedik bir yanıt alır ”Bu şiirler çok güzel, hepsi güzel ama hiçbiri şiir değil.”. Şiirinde hep iki kutup arasında gidip gelir. Biri hepimizin aşina olduğu ve hatta daha çok bahsettiğimiz yalnızlık, sevgi, aşk, yaşama sevici ve acı gibi konulara mensup şiirleridir. Diğeri ise daha ideolojik ve toplumsal konuları barındırır içinde. Şiirde tesire inanmaz şair. Hakiki şiirin hiçbir şiire veyahut sanat eserine benzemeyeceğini düşünür. Şiirin biricikliğini üstüne basa basa hatırlatır. Ancak bununla birlikte şairlerin birlikte aynı konudan bahseden şiirler yazmalarını yadırgamaz. Cansever her gün aynı saatte işe gider gibi çatı katında bir masaya oturur ve uzun uzun işler dizelerini bir nakış gibi. En kusursuz haline gelene kadar bırakmaz yakasını dizelerin. Şiirde ne yapmışsa hesapsız kitapsız yapmıştır o. Bir filozof edasıyla dolaşmıştır şiir evrenini. Türk şiirine getirmek istediği yeniliği için bıkmadan usanmadan bir ömür çalışmıştır. Şiiri bir sanattan ve lüksten öte görüp toplumun hayat damarlarından biri yahut can suyu olabilecek kadar mühim olduğunu daha çok genç yaşlardan itibaren vurgulamıştır. Topluma bambaşka etkileri olan şiirler bulmak istemiştir. Nitekim de büyük ölçüde bunu başarmıştır. Şimdilerde “Masada Masaymış Ha”, “Yerçekimli Karanfil “, “Ben Ruhi Bey Nasılım” ve “Umutsuzlar Parkı” dediğim zaman yüreği ısınmayan tek bir edebiyatsever dahi bulamazsınız .
Şiirini, büyük bir entelektüel birikimle destekler usta isim. Bazen matematik formülleri gibidir dizeleri bazen bir halk oyununun ritmini çağrıştırır insana. Hiç büyümeyecek bir çocuk gibidir Edip. Tomris Uyar’a her doğum gününde şiir yollayacak kadar güzel lirik bir dostluk taşır içinde. Ne demişti o şiirde “ Bir Küçük yaşındasın/Boyanmış taranmışsın/Çok yaşındasın her zaman çocuksun gene/ Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim hiç(…)/Bir adın vardı senin Tomris Uyar’dı/Adını yenile bu yıl ama bak Tomris Uyar olsun gene”. Çok sever Sait Faik ve Orhan Pamuk’u. Cahit Sıtkı, Behçet Necatigil, Salah Birsel ve Oktay Rifat’ın Türk şiirine yenilik getirdiğini düşünür. Yabancı yazarlardan ise Pirandello, İbsen, Tolstoy, Kafka ,Dostoyevski ve Sartre’nin dilini sever. Ölümü tüm dostlarını yasa boğmuştur. Özellikle de Tomris Uyar ve Cemal Süreya’yı. Tomris Uyar Edip Cansever’in ölümünün birinci yılının ardından şöyle konuşmuştur:
“Edip Cansever’i ağustostaki doğum gününde anmayı yeğlerdim. Deği sevgili ölülerin sevgili sağların bile hızla unutulduğu bir ülkede, bir yıl içinde bir gün bile sevdiklerince ve okurlarınca unutulmamış olduğu için kutlamak isterdim onu ama onun benden beklediği ağustos coşkusuna bir yazı yazmaya hazır değilim daha, belki gelecek yıla…Bütün yazarlar yüzü olmayan bir okur kitlesine seslendiklerini bilirler de, yine de çoğu zaman özel bir yüz için yazarlar, onun vereceği tepkidir önemli olan. Bir öykümü yazdım hemen Edip Cansever’i arardım onunla paylaşmak isterdim öykümü. Edip bir şiir mi yazdı ne güzel :”Öğleüstü Pasaj’ da kutlamaya ne dersin? ”Birbirimizi pohpohlamaya yönelik değildi eleştirilerimiz ama benzer kanallardan ses aradığımızdan ortaya çıkan yeni yapıt mutluluk kaynağımız oluyordu. Edip Cansever’e önce bu mutluluğu sonra da bu mutsuzluğu borçluyum işte. Geçenlerde uzun bir süre sonra yazı makinesinin başına oturduğumda ”mutlaka haber vermeliyim, çok sevinir” deyip telefona sarıldığımda birdenbire yaşadığım mutsuzluğu…Sevgililik ve aşk duygusu maalesef amanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu, ikirciksiz, apaçık sevgiyi, hatta şımartılmayı Edip Cansever tattırdı bana.” Cemal Süreya ise kısa Edip Cansever şiiriyle ifade eder dostunu :”Yeşil ipek gömleğinin yakası geniş zamana düşer/Her şeyin fazlası zarardır ya fazla şiirden öldü Edip Cansever.” Süreya haklıdır bu konuda. Ömrünü şiirin çaresiz kollarına bırakmış bir adamın ölümünün böyle ansızın gelmesi olağan değil midir ki? Edip ne kadar tarif edilmeye veyahut bir şeylere benzetilmeye çalışılırsa çalışılsın onun kişiliği ve şiiri tüm eşsizliğiyle karşımızda ulu bir çınar gibi yükselecektir. Daha o çınarın gölgesinde dinlenecek nice nesiller olmasını temenni ediyorum…
Son bir hatırlatma: O yüzü olmayan okur kitlesi olarak aradan geçen acımasız yıllara rağmen hala Edip’in şiirleriyle katlanabiliyoruz 21.yüzyıla… Ne demişti üstad: ”Gülebiliyorsun ya, gülmek; Bir halk gülüyorsa gülmektir.” Unutmamalıyız sevgili okur ve hatta her an gür bir sesle tüm dünyaya hatırlatmalıyız..!
Comments