BİR ŞAİRİN ÖLÜMÜ
- Ruziye Kurar
- 11 Ara 2022
- 2 dakikada okunur

Gökyüzünün içinden akan gecenin zehrine bulandığı vakitte, sırtından indiremediği dünyayı ve insanları bir kenara bıraktı. İçinde köpüren uçurumları, yüreğinde alevler halinde görünüp kaybolan cehennem sıcağını söndürdü. Bu sondu, biliyordu. Tenini acımasızca yakan ateşi söndürmek için tek seferde içtiği denizdi yalnızlık, o da bitiyordu. Bir asker nasıl nöbet tutarsa bir kalenin kapısında ya da yıldızlar sabaha kadar nasıl terk etmezse karanlığı; ölümün kıyısında öyle kolladı sevdasını. Mavzerlerin koynunda tüm yaraları göğsüne hapsederek attığı her adımın yeni bir yaraya sebebiyet vereceğinin bilincindeydi; lakin kelimelerin şakakları zonklayana dek başucundan ayrılmaması kadar onu iyileştiren bir merhem bulamamıştı henüz. Bu yüzden imgeler saçlarına dolanır, rüzgâra karışırdı. Attığı her adım şiir kokardı. Parmak uçlarında öyle şiirler birikirdi ki, dokunduğu her yere bir yenisi yazılırdı. Sürgün edildiği kışlara, kavuşamadığı baharlar eklenince vuslatı suskunluğu olmuştu. Mısraların en tenha köşesinde, dağılmış mürekkep izlerinde, bir çocuğun gözyaşlarında, mahpushane duvarlarının apansız sıkıştırdığı bedenlerin türkülerindeydi onun suskunluğu. Anılarını uyandırmak için ayak bastığı toprak ona tahsisti, bu sessizlik ona mahsustu.
“Sessiz yağmurlar ve toprak kokusu
Tavanda bir urgan yayılacak kan kokusu,”
“Son birkaç cümlem kaldı, Tanrım.” dedi, fazladan yaşadığı birkaç saatin hesabını verircesine. Usul usul yağan yağmuru pencere kenarından seyretti. Akan zamanın çok uzağında, bir boşluğun ortasındaydı. İçinden hüznün nehirleri akıyordu, yolunu kaybetmişti, denizlere ulaşamıyordu. Ulaşsa bile biliyordu ki kimsenin kıyısına vurmuyordu, insanların sokakları denize çıkmıyordu artık. Yaşamın en uç noktasında, o korkunç arafta, yüreğini kandırabilecek; onu ölümün çekip kurtarabilecek tek bir ışık bekledi. Bekledi, bekledi; tavanda asılı olan urganın bir ucunu elinde tutarak gözlerini semaya dikti; ağladı, ağladı...
“Ufukta güneş yok, kapkara bulutların korkusu
Yollar kapalı vuslat yok diye midir?”
Titreyen elleriyle sıkıca kavradığı urganı boynuna geçirdi. Yaşamla verdiği savaşın mağlubiyetiyle buruk bir ifade takındı yüzüne. Ayağının altındaki tabureyi sertçe itti. Sessizce, çırpınmadan, veda etmeden terk etti bedenini. Masanın üzerindeki şiirlerinden başka bir izi kalmamıştı bu dünyada. O yüzden bir çocuk kadar masumdu yüreği. İnsanlardan kaçarak, cümlelerin ardına sığınan bir çocuk kadar…
Günler sonra onu bu halde görüp yüzündeki ifadeyi fark edenler mutsuz olduğunu düşündüler, fakat o gülümsüyordu. Kalbiyle gülümsüyordu. Şiirleyle ağlıyor, sustuklarıyla haykırıyordu.
Hiçbir zaman anlayamadılar.
Bir şair öldü o gün, kelimelere gömüldü.
Comments